13 Aralık 2015 Pazar

Aksak Ritim

...
Yunus büyük bir çaresizlik içindeydi. Aynı evde yaşamalarına rağmen ablasını özlüyordu. Birlikte uyudukları, birlikte sokaklarda dolaştıkları, birlikte güldükleri, birlikte çamurlara bulandıkları, birlikte çöplerin arasında kovalamaca oynadıkları, Yunus'un darbuka çalıp Güldane'nin soyunduğu, birlikte gösteriler yapıp para kazandıkları, sonra o paraları gazoz, kestane, mısır alarak, lunaparka gidip dönme dolaplara binerek harcadıkları zamanları şiddetle özlüyordu. Aynı evdelerdi ama terk edilmişti. Yalnızdı, yapayalnızdı.
...
Aksak Ritim-Gaye Boralıoğlu

Daha önceden Gaye Boralıoğlu'ndan Mübarek Kadınlar'ı okumuştum ve çok sevmiştim.Aksak Ritim'de beni çok etkiledi.Yunus ile Güldane'nin kardeşlik bağları, Güldane ile Halil'in sancılı aşkı, Yunus'un darbukası ve İstanbul eşliğinde bir film gibi satırlar arasında aktı gitti.

13 Kasım 2015 Cuma

En Çok Onu Sevdim

Asuman ne düşündüğünü belli etmedi,tedirgindi. Evde ilk defa misafir ağırlayacaktı. Eski evine arkadaşlarının ne kadar sık geldiğini hatırladı. Hatta habersiz, çat kapı uğradıklarını. Bundan ne kadar da memnundu. Hatta bazıları yatıya kalırdı. Laf bir türlü bitmez sabahlara kadar otururlardı. Bu evde ise her şey başkaydı. Burada kimseye ihtiyacı yoktu. Mutlu olmak için, rahatlamak için, kafasını dağıtmak için başkalarına gerek yoktu artık. Yalnız hissetmemek için gelir gelmez televizyonu açmasına gerek yortu. Ev vardı artık. Onun sesleri, onun dokunuşu, onun dinginliği vardı. "Mete de var tabii" diye düşündü kendinden utanarak. Yalnız değildi artık. Sırf bu yüzden mutluydu elbette.

Bu mutluluğu başkalarıyla paylaşmaktan korkmaması gerekiyordu. Her şey yolunda gidecekti. O zaman neden bu kadar huzursuzdu? Evle aralarına kim girebilirdi ki?

En Çok Onu Sevdim-Gamze Güller

Akıcı, düşündürücü, hüzünlü bir roman okudum. Evimle aramdaki duygusal bağımı düşündüm. Geçmişe doğru gittim; geldim. Yaşadığımız yer ne kadar bizi yansıtıyor veya biz ne kadar ruhumuzu katıyoruz evimize. Gösterişli, kocaman, yapay sitelerin çoğunlukta olduğu ve rağbet gördüğü günümüzde eskiye, geçmişe yazılmış bir güzelleme; buruk bir hikaye...

15 Ekim 2015 Perşembe

Kambur


Kaybolma isteğim kaybolduktan sonra, itiraf etmeliyim ki, başka birkaç isteğim daha oldu. Ama bunlara hiç yanaşmadım; elde etmek için uğraşmadım. Hala isteyebildiğim şeylerin bulunması, içimde böyle şeyler saklayabilmem, hoşuma gidiyordu. İstesem elde ederdim, deme şansım da var. Ve ben, beğendiği şeylere el atmayan, hemen o yığınlardan birine katmaya çalışmayan insanları erdemli bulurum. Başka çarem de yoktur.
Kambur-Şule Gürbüz

"Kambur" insana önce kendini kaybettiriyor, sonra sancılı bir şekilde buldurmaya çalışıyor. Dolambaçlı yollardan dolaştırıyor; dolanırken canınıza dikenler batırıyor, acıtıyor. Kendimize dair bilmediklerimizi gün ışığına çıkarıyor.

24 Eylül 2015 Perşembe

Eldivenler,Hikayeler

...
İçinde yaşadığı anı parlatmak ister gibi,üzerinde oturduğumuz sedirin eteklerindeki sutaşlarına okşarcasına dokunuyor. Yarısı annemden kalma,diğer yarısı eskicilerden toplanmış eşyalarla döşenmiş bu evin, içinde bulunduğu mahalleye yakıştığını düşünmüşümdür. Pek kullanılmadığı halde büfenin üstündeki yerini koruyan, üzeri dantelle örtülü eski model radyo bile geçmişin başını bekler gibi sanki. "Hatırlıyor musun," diyorum."Bir keresinde bana ne demiştin?" "Neydi," diye soran bakışlarla bakıyor yüzüme.'Sen niye iyi bir çevirmensin biliyor musun?'demiştin bana.'Çünkü sen geçmiş zamanda yaşıyorsun.Edebiyat dediğin geçmiş zaman işidir.' Doğru söylemiştin. Sahiden de öyledir.Edebiyatla uğraşan insan şimdiki zamanda iğreti durur." Başını öne eğerek gülümsüyor. Hatırlıyor mu o sözlerini, unutmuş mu, belli değil. Susuyorum. Kimi özel anlara özgü saydam bir şefkatle gülümsüyorum ona.
...

Murathan Mungan'ın "Eldivenler" adlı hikayesini ilk olarak yıllar önce "Adam Öykü" dergisinde okumuştum ve çok etkilenmiştim. Zamanla tekrar tekrar okumuştum. Bu adla bir öykü kitabının olduğunu da kardeşim söylemişti. Uzun zamandır okumak istiyordum. Murathan Mungan hep özel bir yazar, şair olmuştur benim için. Hayata, hayatın içerisindeki tüm duygularımıza içtenlikle, incelikle, ustalıkla dokunmuştur.

28 Ağustos 2015 Cuma

İstanbul İstanbul

"Doğumevlerinde,sokak aralarında ve gece eğlencelerinde tıkır tıkır işleyen zaman, kentin hızıyla oynardı. İnsan güneşi, ayı, yıldızları unutur, yalnızca saatlerle yaşardı. İş saati, okul saati, randevu saati, yemek saati, dışarı çıkma saati. Sonunda uyku saati geldiğinde, dünyayı düşünecek dermanı ve isteği kalmazdı. Kendini karanlığa bırakırdı. Tek bir anlamın, her nesnede gizli olan anlamın içinde sürüklenip giderdi. Neydi o anlam ve bizi nereye çekerdi? Aklı bu soruyla bulanmasın diye insan kendisine küçük hazlar yaratır, bunların peşine düşerdi. Yaşamın ağırlığından kaçar, rahat uyur, zihni böylece hafiflerdi. Buna inanırdı. Ta ki içindeki bir duvar yıkılıp kalbi ezilene kadar. O yıkıntının altındaki çarpıntının, kalbinin değil zamanın çarpıntısı olduğunu anlayınca korkardı. Çaresiz kalırdı. Kahpe zaman, inkar edilse de edilmese de gelir, insanın tenine ve kentin damarlarına sızardı."

Burhan Sönmez'in "İstanbul İstanbul" adlı kitabı beni çocukluğumdan şimdiki zamana; kendi içimde ve İstanbul'da yolculuğa çıkardı. Çocukluk, ilk gençlik dönemlerimizde evimize belli bir uzaklıkta olan çeşmeden içme suyu taşırdık. Tepeciklerden iner çıkardık. En zoru dönüş yoluydu. Yokuş yukarı çıkar, inerdik. Nefes nefese tepeleri çıktığımızda bidonlarımızla durur dinlenirdik. O an nasıl da güzel gelirdi. O zaman etrafımız orman, İstanbul hala yeşildi.Yükseklerden etrafımızı seyre dalıp, soluklanmak nasıl da iyi gelirdi."İstanbul İstanbul" kitabı bana o anlarımız gibi iyi geldi. Hayatın karmaşası içinde soluklanıp, İstanbul'u seyre daldım.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Ne Malum?

İnsan aklının bilgiyi ne kadar alacağı bilinir de yüreğinin ne kadar sevebileceği bilinmez, o bilinmezliktir işte aklın yitip gitmesine neden olan. Başıma gelenler bu kadar basit aslında. Seninle olmak bir rüyaydı benim için, inanamadığım erguvan renkli bir rüya...Artık sadece boğazıma takılıp kalan bir hüzünsün,her yutkunduğumda anımsadığım.

Yavaş yavaş tüm yüklerimden kurtuluyorum. Uzun zamandan sonra kendimle mutluyum. Tek başına mutluysan mutlusundur,gerisi teferruat...

Ayşe B.Kaban'ın "Ne Malum?"adlı kitabı bir solukta okunan bir kitap;kimi zaman hüzünlendiriyor kimi zaman acıtıyor...bunu da usul usul ve sevgiyle dile getiriyor.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Hah

...
Gülnigar mı? Hah!O bir aptal. Göğsünde bir çift ayak iziyle balkonda oturup yıllarca seyredebilir incirli yolu,uzun çayırı. Ne ağzı kalmış onun ne dili. Dünyaya bakmaktan göz göz olmuş Gülnigar. Bu yüzden,değil şu bıçağı eline tutuşturmak,göz göze bile gelmem ben onunla. Çünkü Gülnigar'ın gözlerine baktığımda bir çift kuyu dönüp bakar bana.
"Dur" adlı öyküden..

...
Sert soğuk bir kabukla kaplı duydu kendini. İçiyle kendi arasında bir mesafenin açıldığını düşündü. Yumuşak,ılık,karanlıktı içi. Ama dünya içine değmiyordu. Dünya akıyordu,o kadar. Kabuğuyla içi arasında ve ona ait olmayan bir yerde.
"Değ"adlı öyküden..

...
Hakkı yoktu buna.Bütün ağırlığını Ru'ya'ya teslim edip enginde yatan o berrak sayfada dilediğince gezinmeye hakkı yoktu.Ayağa kalkacaktı,öyle ya da böyle. Dışarı çıkıp eski bir arkadaşla güzel bir akşamüstü geçirecekti.yeni çıkmış bir kitapla eve gelip bir çocukluk anısını anlatacaktı durduk yere,çorbaya kimyon katmayı Ru'ya'dan önce o akıl edecekti.Birlikte nevbahar şerbeti yapıp dolaba koyacaklardı sonra.Babanın kazaklarını okşayıp fotoğraflara bakacaklardı,eski güzel küçük haklı günleri anacaklardı.Ru'ya üzgün uzun ağlayacaktı o zaman,o zaman işte,uzun sürmüş bir günün akşamında,bütün badireleri atlatıp en sonunda kendine varmış bir kahraman gibi,kasedeki çorbanın buharına dağılarak,sofradaki ekmek kırıntılarına ve yağlı tuzluğa damlayarak,dışarıdaki yağmura karışır gibi,çatılardan oluk oluk akar gibi.
"An"adlı öyküden...

Kitaplar her zamanki gibi yine kucak açıyor bana. Ruhumu sağaltıyor. Birgül Oğuz'un "Hah" adlı kitabını hevesle aldım.Yavaş yavaş,bitmesini istemeyerek okudum. Her öyküsünde kendimi buldum. Etkileyici ve çarpıcıydı. Öykülerinden satırlar olsun istedim,blogumu her açtığımda tekrar tekrar hatırlayabildiğim..

26 Mayıs 2015 Salı

Yetersiz Bakiye

"Bol bol kavga ve kahkaha var ortalıkta. İnadına bir bahar,baygın çiçek kokuları. Yemeklerin buharı var, denizin dalgası. Vitrinler cıvıl cıvıl, poşetler haşır huşur. Herkesin bir koşuşturması var. Başka nasıl olacaktı ki...

Günlerin adı yok, birbiri ardına sıralanışı yok. Sanki hep tek bir gün yaşanan, hep aynı bomboş dolulukla. Çünkü hayat durmaz, insanoğlunun içindeki saatin o anda donmuş olması bu hayatı bağlamaz. Bütün diğer saatler ilerlemeye devam ediyorsa senin zamanın arızalıdır. Arıza ise makbul bir şey değildir. Tercihen onu kendi içinde yaşar ve hissettirmezsin dünyaya."

Karin Karakaşlı,Yetersiz Bakiye


Karin Karakaşlı'nın kitapları ve yazıları beni hep derinden etkilemiştir, Yetersiz Bakiye'yi de içim burkularak okudum.Kitap;

Kalanlara
Sağ kalanlara
Artakalanlara
Kalakalanlara

diye başlıyor. Günümüz karmaşasında var olabilmenin ne kadar zor olduğunun özeti gibi. Değerlerinizi yitirmeden,sadece kendiniz olarak kalabilmenin zorluğu belki de.